Hamburg Manşet

Hamburg Manşet Gazetesinin 6. sayısını buraya tıklayarak online olarak okuyabilirsiniz.

Mustafa Yoldaş'ın Manşet gazetesine verdiği ve bir çok bilgilerin yer aldığı röportajımız şu şekilde: 

Mustafa bey kendinizi bize tanıtır mısınız?

M.YOLDAŞ: 1970 yılında Ürgüp'ün Başdere köyünde doğmuşum. Babam işçi olarak 1972'den sonra Almanya'ya gelmiş. İlkokulu dedemin, ninemin yanında geçirdim. İlkokul bittiğinde 1980 yılında köyümü terk edip şehre gitmem gerecekti. Malum o zaman sağ-sol kavgasından annem babam benim rahat ortamda okuyamayacağım kanaatine vararak beni peşlerinden sürükleyip Almanya'ya getirdiler. Bremen'de Lise (Abitur) ağitimimi yaptım. Hamburg'da tıp okudum ve şu an aile hekimi olarak mesleğimi icra ediyorum. Bunun haricinde fahri olarak görevlerim de var. 1990 yılından itibaren  Müslüman Talebeler Birliği'nden başlayıp, 1999-2019 arası Hamburg İslam Şurası başkanlığını yaptım ve aynı dönemde yine 1991-2019 yılına kadar da Kuzey Almanya İslam Toplumu Yönetim Kurulu üyesiydim. Kuzey Almanya'da Milli Görüş ekseninde en uzun fahri görevimde yaklaşık 29 yıl kesintisiz Yönetim Kurulu'nda kalan bir insanım. 

Birinci neslin fedekarlığına karşı huzur evi

M. YOLDAŞ: Kuzey Almanya'da ve Şura'da görevlerimi bıraktıktan sonra hayalimdeki olan ve birinci nesle bize sağlamış oldukları imkanlar ve bize karşı göstermiş oldukları fedekarlık karşılığında onlara bir teşekkür babında Hamburg'un ilk huzur evini inşa etmeye koyuldum. Şu an inşaatımız devam ediyor. 2022 yılının yaz aylarında inşallah inşaat bitecek ve o zaman yaşlılarımıza, anne-babalarımıza, ilk kuşağa bir huzur evi takdim edeceğiz. Şimdilik küçük bir proje, eğer başarılı olursa Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerde  de şubeler açarak birinci nesil insanlarımıza bundan sonra onurlu bir hayatlarının sonbaharını sunmak istiyoruz. Oğlum bu konuda hasta bakıcı bakım servisi yöneticiliğini öğrendi, şu an kendisi tıp okuyor. Çocuklarım genelde sağlık sektöründe okuyorlar, onlara bir iş imkanı olmakla beraber, vizyonumuzu hayata geçirmek konusunda onlardan büyük destek bekliyorum. Ayrıca ücretsiz olarak önümüzdeki aylarda Türkçe-Almanca bir sağlık dergisi çıkacak, burada 7-8 kişilik doktor redaksiyonumuz var, reklamlar üzerinden kendi kendini finanse edecek. Dağılımını ilk etapta  eczane, hastane, muayenehane ve camilerde düşünüyoruz. Aynı zamanda Köln'de bu sene kurulan 'Avrupa Laleler Kulubü' adında bir derneğin başkan yardımcısıyım. Özellikle son dönemlerde Avrupa ile Türkiye arasındaki gerginliğe binaen hararetin biraz düşürülmesi ve iki ülke arasında yeni köprülerin oluşturulması babında bir hedefimiz var. Burada genelde iş dünyasında, sağlık sektöründe, hukuk alanında başarılı olan insanlar yönetimde. Toplum içinde saygınlığı olan ve göçün 60. yılı bağlamında bir etkinlik çerçevesinde bir araya gelen arkadaşların ortaya koymak istediği bir düşünce kuruluşundan  bahsediyoruz. Avrupa'da yeterince Sivil Toplum Kuruluşları var ama düşünce kuruluşumuz yok. Önümüzdeki 20-30 yıl içinde gençlere ve burada yaşayan insanlarımıza perspektif sunacak bir düşünce kuruluşuna ihtiyacımız vardı, biz bunu hayata geçirmek için çaba gösteriyoruz. Devletin hiç bir teşviki ile değil kendi imkanlarıyla, bağımsız, siyaset üstü, herkese aynı mesafede olan bir kuruluş. Fakat tabii bizim Yönetim Kurulu'nda olan arkadaşların da kırmızı çizgileri var. Türkiye'ye düşman olanların bizim platformumuzda yeri olamaz. Ayrımcılık yapmayacağız ama her kuruluşun olduğu gibi bizim de ilkelerimiz var, onlardan taviz vermek yok. 
Biz fikirleri, düşünceleri geliştirip, bunu Doktora Tezi veya Rehabilitasyon olarak Üniversitelerdeki İlim Kurumu'na sunacağız. Bu konuda araştırma yapılmasını ve başarılı talebelere burs verip insanlarımızı ileri seviyeye, Alman toplumunda itibarını, kalitesini artıracak girişimlerde bulunmayı düşünüyoruz. Web sitemiz: https://etcev.eu
Bu arada Avrupa'da teşkilatlanmış olan 'Uluslararası İnsani Yardım Teşkilatı'nın genel başkanıydım. Frankfurt'da yaklaşık 17 personelim vardı. 2010 yılında Alman İçişleri Bakanlığı'nın İsrail baskısıyla yasaklanmasıyla karşı karşıya olduk ve İçişleri Bakanlığı hakkında dava açtık. Federal İdari Mahkeme, Anayasa Mahkemesi derken şu an Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne kadar taşıdık olayı. Şu an tekrar orada bu yasakla alakalı müzakereler olacak. Bunun haricinde 'Yeşil Başdere' diye çevreci bir derneğin başkan yardımcılığını yaptım. 

En çok kimler ve hangi sağlık konusunda insanlar size başvuruyor?

M.YOLDAŞ: Normal bir ev doktorunun çeyrek yılda 700  hastası var, benim 2 Bin hastam var. Neredeyse 3 katı ve büyük oranda tek başıma bakıyorum. Hastalarımızın yüzde 90'ı Türkiye kökenli insanlarımız ve normalde bir ev doktoruna giden bir insan en fazla 2 durak gider ama bana Neumünster'den, Mölln'den,  Geesthacht'tan hasta geliyor. Demek ki ben onlara öyle bir hizmet sunuyorum ki, kendi ev doktorlarında bulamıyorlar bunu. Ondan dolayı muayenehanemizin bir özelliği olması lazım. Bunu şu şekilde düşünüyorum: Sadece dil avantajı değil, genç insanlar da geliyor. Kültürel empatiyi daha iyi geliştirdiğimi ve onların dilini daha iyi anladığımı düşünüyorum. Benim, onların hüznünü, ağrısını, aile yapısını daha iyi anlayacağımı, kültürel empatiyi sunabileceğimi düşünerek bana geliyorlar. Bu benim için bir taraftan büyük bir iltifat. 

''Gurbette yaşamak başlı başına insanları hasta ediyor''

M.YOLDAŞ: Diğer taraftan bizim insanlarımızda hastalık tarafından genelde beslenme ile alakalı veya yanlış beslemenin yol açtığı metabolik hastalıkların yanında daha çok babalarımızın-annelerimizin geçmişte ağır işlerde çalışıp yıpranmaları ile alakalı siyatik, ortopedik alanında yoğunlaşan rahatsızlıklar çok sayıda. Ayrıca psikosomatik hastalıklar çok. Yani gurbette yaşamak başlı başına insanları hasta ediyor. Anne- babasını özlemeleri, tabiri caizse  ithal gelin, ithal damat dedikleri insanların sosyolizasyonlarını belli bir ölçüde Türkiye'de tamamlayıp, buraya geldiklerinde kültürel açıdan adapte olamamaları, buradaki toplumun beklentilerini verememenin bir psikolog baskısı olduğuna inanıyorum insanlarda. Bunun da kronik kabızlık, kronik ishal, başağrısı, bel ağrısı, halsizlik, iştahsızlık, gastrid gibi çeşitli fonksiyonel bozukluklara yol açtığını söyleyebiliriz. Birinci neslin tipik muzdarip olduğu bir hastalık var. Büyük abdestini yaparken insanların aşırı zorlandığını ve sancı çektiğini, ama ne hikmetse Türkiye'ye gittiklerinde bu sıkıntının ortadan kalktığını görüyoruz. Çünkü sevdikleri ile birlikte olduğu zaman otomatikman sindirim sistemi oraya adapte oluyor. Almanya'daki bütün sıkıntılar gidiyor, buraya gelince tekrar sıkıntılar başlıyor. Böyle bir psikosomatik rahatsızlık sözkonusu. Dolayısıyla Alman doktorların sıklıkla karşılaşmadığı, göçmenlerin daha çok muzdarip olduğu ve çoğu zaman Alman doktorların da çözemedikleri hastalıklarla karşı karşıyayız. Mesela Akdeniz ateşi hastalığı genetik bir hastalık, bizim insanlarımızda daha çok yaygın. Burada bu hastalık yaygın hastalıklar arasına girmediği için, teşhis de çoğu zaman yanlış konuluyor. Bu tür hastalıklar konusunda hassas olmam gerekiyor. Ayrıca dünyada umumi olarak insanların sorunu olan cahillikle alakalı,  sağlık üzerine bilinçsizlik ve komplo teorilerine inanma gibi konularda koronavirüse karşı aşı hassasiyet düşüklüğü veya aşıya karşıtlık maalesef bizim insanlarımızda yaygın. Onları ikna edebilmek için büyük bir enerji sarfediyorum burada. Bizim öğretmenimiz bir ilmi tezin karşıtı olamaz, onlar ancak ölüp, kaybolurlar derdi. Biz ilimle hareket etmeye mecburuz. 100 doktordan 99'u aşı olun, 1 tanesi şu sebepten dolayı olmayın  derse 1 tanesine inanıyorlar. 

Koronavirüsü (Kovid 19) bir hekim olarak nasıl tanımlarsınız?

M.YOLDAŞ: Koronavirüs genetik olarak RNA virüsleri grubuna giriyor. Korona virüsü çok varyasyonları olan bir ailedir ve çoğu da zararsız virüslerdir. İnsana ve hayvana pek zararı dokunmayan virüsdür. Sadece yeni türeyen SARS-CoV-2 türü ve Çin'in Vuhan şehrinde bir salgına yol açıp, ondan sonra da dünyaya yayılıp pandemiye yol açan virüsün agresifliği söz konusu. Genetik bir mutasyona uğrayıp ve çeşitli varyasyonların son zamanlarda ortaya çıkması, insanların aşı olduğu halde halen ona yakalanabilmesi bu virüsün agresif olduğunu gösteriyor. Şekil olarak kralların taçlarına benzediği için korona ismi takılmış. Üzerinde dişleri ve kancaları olduğu için, yerleştiği canlının hücrelerine daha kolay girişimi sağlayabiliyor. İçine girdiği organizmanın ve canlının metobilazmasını kullanarak çoğalmasını sağlıyor.  Ağız-burun bölgesinden veya gözyaşı kanallarından girip, geniz bölgesinden solunum yollarına kayıp, ondan sonra da ağır bronşit veya zatürreye yol açıyor. Bağışıklık sistemi güçlü olanlar bundan kurtulmayı başarıyor ama özellikle astım, bronşit, şeker hastalığı, kimoterapi atlatmış kanser hastaları, romatizması olan ve genel anlamda bağışıklığı zayıf olan insanlar maalesef bu virüse yenik düşüyor. Kapalı ortamlarda insanın hapşırmasıyla veya öksürmesiyle 2-3 metreye kadar sıçrayıp başka bir insana bulaşma özelliği olan ağır bir virüs. Bilinen ve genetiği büyük bir oranda araştırılmış bir virüs. Daha dünyada pandemi bitti diye sevindirici bir haberi duymadık, çünkü yeni varyasyonları ortaya çıkıyor. Onlara karşı sağlık bilimcileri nasıl tedbir alacak merak konusu. Ya her sene yeni yeni aşılar üretilecek veyahut da antiviral ilaçlar ortaya çıkacak. Bu konuda da arştırma var, hem aşı hem de antival tedavi, iki kulvardan da insanların üstündeki bu musibeti yok etmek için çabalar gösteriliyor. 

Korona genellikle kimlerde görülüyor?

M.YOLDAŞ: Bulaşma konusunda bir tercih yok, virüs virüstür. Hangi canlıda hayat bulursa onun bünyesinde çoğalmayı hedefler. Bir insanın bağışıklık sistemi güçlü ise, mesela gençlerde veya çocuklarda görüyoruz, hafif bir gribal enfeksiyonla atlatabiliyorlar veya hiç farkına bile varmıyorlar. Ama genelde yaşlı insanlarda, kronik hastalığı olanlarda çok daha ağır sonuçlara yol açabiliyor. Klinik blirtilerine göre yaşlandıkça daha çok ağır diyebiliriz, en sık 60 yaşından yukarıda olanlarda görülüyor. 

Korona atlatan bir kişi olarak hastalık döneminde nelere dikkat edilmeli?

M.YOLDAŞ: Köklü bir tedavisi aldığınız bir antibiyotik olmadığı için bağışıklık sisteminizi güçlendirerek mücadele edebilirsiniz. Bu sürede içinde ACC balgam çözücü kullanılabilir. Özellikle genç ve doğum kontrolü kullananlar, geçmişinde tromboz olan insanlarda kan pıhtılaşması sorunu olduğu için,  4-6 hafta bebek aspirini alınması öneriliyor. Bol su tüketimi ve hareket , ağır spor değil ama ev içinde dolaşmak. Hasta oldum, yatayım demeyeceksiniz, evin içinde günde 2-3 saatte bir dolaşmanız gerekiyor. Bunun haricinde zencefil, narenciye türü, her türlü meyve ve genel manada içerdikleri vitaminlerden dolayı sebzeler de salata şeklinde tüketilmesi lazım. 

Koronadan korunmak için insanlara ne gibi önerileriniz var?

M.YOLDAŞ: Aşı olsunlar ve pandemi kurallarına uysunlar. Sosyal mesafe, sürekli dezenfekte ve maske taşımak insanların yavaş yavaş ezbere bildiği konuları halen dikkat etmeleri gerekiyor.

Korona aşısının yan etkileri hakkında neler söyleyebilirsiniz?

M.YOLDAŞ: Biz bu sezon muayenehanemizde  yaklaşık 1400'e yakın aşı vurmuşuz ve kalıcı bir hasar olarak tekrar gelen hiç bir insanı görmedim, ama son 1 yıl içinde 10'dan fazla insanı koronadan dolayı kaybettik. Dolayısıyla aşı mı tehlikeli, hastalık mı tehlikeli diye bana sorarsanız, ben kesinlikle hastalık daha tehlikelidir, onun için ortalıkta dolaşan komplo teorilerine inanmayın, ilme inanın ilim rehberiniz olsun derim. Özellikle sosyal medyada aşı karşıtlarının tuzağına gelmeyin. İlme karşı direnen insanların gelecekleri yoktur, onlar yok olmaya ve bu dünyadan kaybolmaya mahkumdurlar. 

Son olarak neler eklemek istersiniz?

M.YOLDAŞ: Zor bir dönemden geçiyoruz. Özellikle gençlerin yaşlılara yönelik biraz daha saygılı, onların yaşam haklarını gözeterek dikkatli olmaları gerekiyor Kendilerine virüs bulaştığında hafif atlatsalar bile taşıyıcı olma ihtimali var. Ben bunun çok acı dramını çevremde yaşadım. Çok kültürlü bir ailenin çocukları ve torunları pek dikkate almadan eve virüsü taşıdılar ve dede ile nine birer hafta ara ile hastaneye, birer hafta arayla yoğun bakıma düştüler, birer hafta arayla öldüler. Cenaze merasimine çocuklar karantinada olduğundan katılamadılar, hepsi ellerindeki cep telefonlarından dede ve ninenin cenaze törenini izleme durumunda kaldılar. Halen şu an konu dede- ninenin ölümüne geldiğinde, biz annemizin-babamızın ölümünden sorumluyuz diye hüngür hüngür ağlıyorlar. Bu duruma düşmemek için, koruyucu olmak adına gençlerin de aşı olması ve kurallara dikkat etmesi lazım. Pandemi daha henüz bitmedi, rakamlar tekrar yükselmekte. Dolayısıyla uzmanlar ne söylüyorsa onları dikkate alsınlar, hem kendilerini, hem de çevrelerindeki insanları korusunlar. Sade kendi nefsimize yönelik değil, başkalarının da hayatına tehlike arz ediyor muyuz etmiyor muyuz, onunla alakalı bir sorumluluk taşıyor insanlar ve daha çok müslüman olarak. Kul hakkı diye bir şey var, bunun başka insanların sağlığını korumakla da ilgili bir hak olduğunu düşünüyorum. 

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz.

M.YOLDAŞ: Ben de Manşet gazetesine ve size teşekkür ederim.

Röportaj/ Foto: Naciye ASLAN

Hamburg Manşet Gazetesinin 6. sayısını buraya tıklayarak online olarak okuyabilirsiniz.