"İnsanın ideali ve hedefi olmalı"

İnsanın değer ve kıymetini ideali, hedefi ve amaçları belirler...

Bir insanın ideali olmalı. Kendisi için değil, cemiyet ve toplumun huzur ve selameti için yaşamalı. Bize bırakılan medeniyet, doğudan batıya doğru yayılırken insanların kendileri için değil başkaları için yaşamaları gerektiğini bize öğretmiştir.
Yani bu millet ben merkezli bir hayat tesis ederek çıkar ve menfaatleri etrafında yuvalanıp civciv yapanları sevmez.
Çatışma ve didişmeden ziyade, biz merkezli bir hayat tesis etmek zorundayız.
Çünkü dünyada kerim olan Rabbimizin emriyle her şey birbirinin yardımına koşar.
Misal vermek gerekirse bütün bitkiler hayvanların ihtiyacına koştuğu gibi  hayvanlarda insanların yardım ve ihtiyacına koşar.
Burada bir rekabet ve mücadele yoktur.
En nihayetinde her şey insana yardım ve hizmet eder.
Dünyada böyle bir düzen tesis edilmişken  insanların birbirleriyle olan didişmelerine anlam veremiyorum.
Neyse yazının girizgahında insanın kıymetini fikirleri belirler demiştik.
Tabi insanın ideal, hedef ve maksatları kimine  göre farklılık gösterir.
Bazı insanların ideali ailesidir, onun uğruna zamanından, ömründen feragat eder.
Bazıları mahallesini mutlu etmeye çalışır.
Bazıları beldesinin ihtiyaçlarına koşar.
Bazıları da  bir şehrin huzuru, selameti için mücadele eder.
Doğru yolu göstermek için ikaz ve irşad faaliyetlerini sürdürür.
Fakat içlerinde bazıları var ki çok yüksek çağları aşan büyük idealleri, gaye ve hedefleri vardır. Bunlar yüksek ahlaklı, irfan ve erdem sahibi âlicenap ruhlu insanlardır.
Hedef ve idaellerine bütün bir insanlığı koyarlar.
Onların  dertleri büyüktür.
Derdi ve kederi olanın yükü ağırdır.
Değer ve kıymetleri de ona göre büyük ve âlidir.

Mesela ben mefkuresine davasına hayran olduğum bir şahsiyetten söz edeceğim.
Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde Sarp dağların ve kayalıkların arasında dünyaya gelir.
Ve âdeta korkuyu korkutan müthiş cesaretiyle, bu coğrafyanın mayası ile mayalanan ateş parçası zekasıyla yerinde durmayan çevik bir genç iken medeniyet meydanına iner işaret parmağını sallayarak gür bir sesle çağa damgasını vurmuş ve şöyle seslenmiştir:
"Eğer milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım.
Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistanlık olur."

Evet bu insanı böylesine davasına bağlayan, kendinden vazgeçiren, bütün mesaisini milletin selameti için harcayan, böylesi bir fedakarlık böylesi bir büyüklük göstermesinin sebebi ne olabilir?
Elbette davasına olan sadakati milli birlik ve İslami beraberliğe olan aşkıdır.
İnandığı dava uğruna bin ruhum olsa feda etmeye hazırım diyerek davasının bu milletin saadetine hizmet ettiğini beyan etmiş ve kendisine inanlara miras bıraktığı eserlerde ne kadar haklı olduğunu sizin idrak ve anlayışınıza bırakıyorum.
Bu arada bazı küçük eksenli düşünceler millet kelimesine farklı anlamlar yükleyebilirler.
İşin aslı millet; Kur'an'da geçen bir kelimedir, bütün inanan mü'minlerin ortak adıdır.
Millet kelimesi asla etnik bir kimliğin karşılığı değildir.
Din, dil ve tarih birliği ile bir arada yaşayanlara millet denilir.

Yiğitlik ve cesaret bu birliğin namusunu korumakla mükelleftir.

Dolayısıyla kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir.
Diğer bir tanımlama ile kimin himmeti İslamiyet ise o tek başına bir ümettir.

Bu ruh ve mefkure manevi bir iksirdir.
Bu milleti güçlü ve kuvvetli kılar.

Selâmetle...